5 Şubat 2013 Salı

terbiye


Birkaç günü üst üste evden çıkmaksızın ve meşgalesizce geçirmenin ardından, evdeki kasvetin aynısının dışarda da olacağı kabuluyle çıkıp da serin rüzgara, ağaç kokusuna, köpek havlamasına, bulutların inanılmazlığına ve hatta arabalara temas edince, bedenini çürüttüğünü düşünüyor insan ve eylemle hırpalanmak istiyor.

Yürümek isteğine sarılıyorum böylece. Mezarlıklardan geçe geçe, henüz bir yaşında ölenleri düşüne düşüne ve aslında ölüme o kadar da üzülmediğimi fark ederek dolanmak, mümkün olsa denizin üzerinde koşmak, tüm hımbılları çevikliğime imrendirmek, sokakların her taşını adım adım geçmek ve mümkünse tekrar geçmek arzusunu taşıyor, canlanıyorum.

Cadde kenarındaki kalabalıkta birisine çarpacağımı anladığımda süzülüyorum; vücudum esnekleşmiş, hissediyorum. Ayak işleri yapmaya iştahlanıyorum hatta. Olamayacak bir devlet dairesi işinin peşinden koşuyorum mesela. Dördü yirmi geçe biten mesaiye itiraz etmek, yahut bir yalan uydurup o işi inatla orada halletmek istiyorum, ama ertesi gün gelmenin cezbesi beni alıkoyuyor hemencecik.

İşlerin bitmesiyle, vaktin -namaz vaktinin- geçmekte olduğunu fark ediyorum. Kedili caminin avlusunda ayakkabılarımı çıkarırken ve giyerken oyalanıyorum. Çıkışta orayı kokluyorum. Hangi çıkış kapısını kullanacağıma karar vermemin ardından çok alakasız bir akrabamla o cami hakkında yapabileceğimiz mülahazaları kurguluyorum. "O kıza öyle bir ifadeyi anlatmaya çalışmak asıl hata" ile bitiyor kafamdaki kurgu.

İsteğimle beraber takatim de azalıyor. Kıyafetlere bakarak oluyorum ve şu: Hiçbir şeye dokunmak, üzerimde nasıl durur canlandırmasını yapmak, rengini beğenmek içimden gelmiyor. Güzel olan ve olabilecek birçok başka şeye bakıyor ve kendi yakınıma sokma arzusunu taşımıyorum. Lokumlar güzel geliyor bir, bir de gül şerbeti. Ardından sakinlik, umumi tuvalet aynaları, çaylar.

Yaşam iştihasını oluşturan ne kaldı elimde, diye düşünüyorum. Bir yanından dünyeviliğe tutunmak bu kadar elimden gelmeyen bir şey olmamıştı sanki hiçbir zaman. Umut hep vardı. O yoksa, zaman vardı. O yoksa bu, bu yoksa şu. Şimdi?

Bir heyecanla yola çıkan bedenimin, bir mevtayı taşımakla yükümlü olduğunu anladığımda, balık pazarındaki somonlara bakıyordum. Hiç yememiştim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder