21 Nisan 2015 Salı

dereboyu caddesi

Çok yağmurlu bir gündü. Silecekleri çalıştırmayı o gün öğrendim. Durdum, kalktım,  park ettim, vitesi üçe bile aldım. Bilmiyorum, kaçıncı kez aynı yoldan geçiyordum, sağdaki kaldırımda kırık ve fırtına yüzünden işlevsizleşmiş şemsiyesiyle yürüyen ve çok büyük siyah bir  torba taşıyan bir teyze yürüyordu. Böyle kadınlara hep sinirlenirim; çünkü yaşlı oldukları için, can sıkıntısından büyük ve saçma yükler taşıdıklarını düşünürüm. Kendilerini boşu boşuna yorduklarına, hep bir şeye karşı dirayetli olduklarını gösterme çabası taşıdıklarına inanırım. Çünkü, kamburları çıkmıştır, ama bir yandan da kuvvetlidirler. Bu yüzden de uzaktan bakıldığında salya ve pis nefes kokuyorlarmış gibi gelir insana, fakat yanlarından geçerken beyaz sabun gibi kuşkusuz temizce koktuklarını fark edersiniz. Bu cinsin erkeklerinde de Cuma gününden kalma bir esans vardır. 
Teyzeyi gördükten sonra bir kere daha turladım aynı yolu. Teyzeyi yakaladım biraz hızlı giderek ve biraz ilerisinde durdurdum arabayı. Direksiyon hocası ve teyze tanışıyorlardı. Adam zannetmediğim kadar müşfik biriymiş ki teyzeyi her görüşünde gideceği yere bırakırmış. Teyze, şemsiyesini rüzgara teslim edip, arabaya bindi.
Ben de diyordum ki, birisini görsem de, birisinin nasibi olsam da ona dua etsem, dedi. Sonra, kızına gittiğini, parasının yettiğini, yaşlılar için verilen paranın üç ayda bir olduğunu,  hasta olmadığını, şükredip durduğunu ve artık kızının evine geldiğimizi öğrendim. İnerken nedense, çaylardan bahsediyordu. Bu mevsimdeki çayları içeceksin, benim kardeşim Rize’de, size çay getirteyim dedi. Bu aydan sonra toplananlara bayat deyip durdu, bayat bayat. Arabayı durdurup, arkama baktım, teyzenin ağzında bir diş filan vardı. Türkçeyi yeni öğrenmiş gibi konuşuyordu, anadili İngilizceymiş gibi, yuvarlaya yuvarlaya.
Teyze, yıllar önce bir kaza geçirmiş, yatağa düşmüş. Kızı ona bakmamış.  Sonra kızı evlenmiş, çocuğu olmuş. Ama sonra barda konsomatrislik yapmaya başlamış. Kocası boşamış. Kadın konsomatrisliğe devam etmiş. Bir ara –neden bilmiyorum- teyze kızına beddua etmiş.  Yataklara düşesin demiş, kızı yataklardaymış. Oğlunu da göremiyormuş.
O günün gece yarısında,  en alt komşumuz zili çaldı. Rize’den gelmiş. Bize hediye olarak üç paket çay getirmiş, fakat kontrol ettim, taze değillerdi.
İşte tüm bunlara ve asfaltla ilişkimin değiştiği lokasyona, oradaki dereye, teyzenin kızının evine, direksiyon hocasının  teyzeden daha genç olmasına rağmen daha iç burkucu haline, kemiklerine dayanarak biliyorum ki insan yaşadıkça ne garip, ne garip şeylerin hatırasını taşıyacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder